çerkes evleri, mimarisi
Makale

Türkiye’deki Çerkes Evlerinin (Adıge Vune) Sosyal Hayata Etkileri / Bölüm 1

Anavatanları olan Kuzey Kafkasya’dan diğer pek çok kavimle birlikte Ruslar tarafından sürgüne tabi tutulan Çerkes (Adıge)’ler, Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmiş, bu devletin Birinci Dünya Savaşı sonunda yıkılmasından sonra da bölgede varlıklarını devam ettirmişlerdir. Sürgün ile birlikte Çerkesler dünyanın dört bir tarafına savrulmuşlardır. Gelen Çerkesler, Osmanlı yöneticileri tarafından gösterilen bölgelere yerleşmeye başlamışlar, buralarda Kafkasya’daki gibi evlerini, köylerini kurmuşlardır. Bu köyler ya tamamen Çerkesler tarafından kurulan köyler ya da Türkler ile birlikte oturdukları köylerdi. Geldikleri dönemde halkın bir kısmının Kafkasya’ya geri dönmek gibi bir arzuları olduğu anlaşılıyorsa da, barınma sorunu dolayısıyla kısa sürede kalıcı konutlar, evler yapmaya başlamışlardır.

William Simpson’ın  Batı Kafkasya’daki birkaç Çerkes köyü arasında yaptığı gezi sırasında kaldığı misafirhanelerden birini gösterdiği taslağı

Luce Giard’a göre bir kültürün karşılaştığı maddi koşullardaki ya da politik düzendeki bir değişim, farklı işlerin hiyerarşisini dönüştürebileceği gibi, gündelik işleri tasarlama ve paylaştırma biçimini de değiştirebilir. Sürgün ile başlayan süreçte Türkiye’de yaşayan Çerkesler’in kültürel değişim ve dönüşüme maruz kaldıkları apaçık ortada olduğu görülmektedir.

Kafkasya’dan Türkiye’ye gelen Çerkesler’in kurdukları köylerde inşa etmiş oldukları evlerin artık ortadan kalktığının; ya doğal nedenlerle ya da insan eliyle yıkıldıklarının fark edilmesi ve buna dikkat çekilmek istenmesi bu makalenin öncelikli amaçlarından biridir. Bu evlerin bir kısmı terkedildikleri için harabeye dönmüş durumdadırlar. İçinde yaşanılan evler ise çeşitli müdahaleler ve eklemelerle değiştirildiğinden ilk yapıldıklarından daha farklı bir görünüme sahiptirler. Diğer yandan Çerkes evlerinin özelliklerini gözler önüne sererek mimarideki “Türk evi” kavramına benzer klasik bir “Çerkes evi” prototipinin olup olmadığını ortaya koymak, ayrıca Çerkes evlerinin ve yaşama biçiminin kültüre olan etkilerini irdelemek ise diğer amaçlar arasındadır.

Kabardey’in Hulam-Çerek Vadisi’ndeki Bezengi köyünün Kabardey sakinlerinin fotoğrafları. Walter Saalfeld / 30 Temmuz-7 Ekim 1932

Türkiye’deki Çerkes evleri adlı bu makele de herhangi bir saha çalışması yapılmamış olup, özellikle Batı Anadolu’da Çanakkale ve Balıkesir civarındaki Çerkes köylerindeki en az otuz yıllık gözlem ve izlenimlere dayanmaktadır. Türkiye’de Çerkes evleri ve yerleşimi hakkında yazılı literatürde neredeyse hiçbir kaynağın olmayışı bu konuda karşılaşılan en büyük zorluk olmuştur. Yabancı literatürün de çok zayıf olduğu, Çerkesler hakkında en fazla siyasi tarih, ardından da kültürel araştırmaların yapıldığı fakat bunların da belli konular etrafında yoğunlaştığı (Çerkes yemekleri, Çerkes dansları) görülmüştür.

Geleneksel Ev

İnsanoğlunun var oluşundan günümüze kadar başta barınma olmak üzere pek çok gereksinimini karşıladığı fiziksel bir yapı olan ev, fiziki çevre koşullarına, kültürel etkenlere ve çağın teknolojisine bağlı olarak değişik yapısal özellikler göstermektedir.

Bir ev planlanırken, o toplumda yaşayan bireylerin kültürel değerleri, doğal çevre koşulları ve ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır. Doğduğu andan itibaren toplum ve çevre ile iç içe olan insan, içinde yaşayacağı mekânı oluştururken geleneksel verilerden faydalanmalıdır. Bu davranışın sonucu olarak; geleneksel konut mimarisinde önemli yeri olan Türk toplumunun kültürel değerlerini yansıtan ve yüzyıllar boyunca yaşatılarak günümüze kadar ulaşmış olan “Türk Evi” kavramı ortaya çıkmıştır. Geleneksel Türk evleri mimarisi, taş ve ahşap işçiliği yanında kalem işleri, kapı; kapılardaki madeni unsular açısından da dikkat çekicidir.

Suriye’nin Golan Tepeleri’nde kalan tek Çerkes köyü olan Bereka’daki Çerkes evi

Türk konut mimarisi Orta Asya’da başlayan gelişimini Anadolu’ya da taşıyarak zamanla senteze uğramıştır. Kentler içerisinde yer alan konut örnekleri bulundukları coğrafya, iklim koşulları, ait oldukları kültür özellikleri gibi etkenlerle farklı üsluplar izlenerek inşa edilmişlerdir. Geleneksel anlamda Anadolu kültürünü ve sosyal hayatını barındıran konutların günümüze ulaşabilmiş en erken örnekleri XVII. yüzyıldan öteye gitmez. Bu durumun oluşmasında inşa malzemelerinin dayanıksızlığı, doğal afetler ve insanlarının bilinçsizliği söz konusudur. Barınma gereksinimiyle inşa edilen evler sadece bu amaca hizmet etmekle kalmamış aynı zamanda Anadolu insanının sosyal yaşam kültürünü yansıtan çok işlevli yapılar olarak da değerlendirilmiştir.

Bu yüzden tarihi çevrenin yok olması veya zarar görmesi mimari ve estetik kaygının yanı sıra, kültürel ve tarihi değerlerin sürdürülebilirliğinin ortadan kalkması yönüyle de tehlikelidir. Tarihi dokunun korunması gerekliliği, taşıdığı kültürel ve görsel özellikleri, fiziki mekân ve yapılı çevre açısından belirginleşen bir olgu olarak karşımızda durmaktadır.

Makale ve tezlerden derlenmiştir. Alıntıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir